O Göte Bülbül Öte! (1) (Baran 40 Y., İstanbul)
Selamlar,
adım Baran. 40 yaşında inşaat mühendisiyim. Yeni kurulan
küçük bir inşaat firmasında proje mühendisliği yapıyorum.
Günümün yarısından fazlası daireden bozma ofiste masa
başında geçiyor. İşyeri yeni olduğundan ofiste benden
başka çalışan yoktu. Telefonlara bakıyor, sahadaki
personelle ve iş yaptığımız firmalarla görüşüyor
üstelik proje hazırlayıp çiziyordum. Bazen sahaya gitmem
gerektiğinde işler aksıyordu. Haftada birkaç gün apartmanın
kapıcısının karısı gelip temizlik yapıyordu,
o da olmasa külliyen yanmıştım.
Patrona birkaç kez
sekreterlik de yapabilecek çizim konusunda deneyimli birini almasını
söyledim ama kulak asmadı. Ancak sonunda tüm ısrarlarımın
ardından, "Uzak bir akrabamın kızı var, inşaat
mühendisliği okuyor, öyle biri işine yarar mı?" diye sorunca,
"Yarar, en azından telefonlara bakıp çizim işlerinin bir
kısmını benden alsın yeter!" dedim. "Tamam o zaman ben
söylerim gelip seninle görüşsün, işine yararsa alırsın,
yaramazsa da gönder gitsin!" dedi. Patron açıkgözün biriydi, üç
kuruşa öğrenciyi çalıştıracak fazla para vermekten,
sigorta yaptırmaktan kurtulacaktı. Ama en azından benim yüküm
biraz olsun hafifleyeceği için üstünde durmadım.
Ertesi gün
çalışırken telefonum çaldı. Bahsettiği genç
kızdı arayan, adı Tuğçe idi. İşyerinin adresi
kendisinde vardı ama İstanbul'u bilmediği için nasıl
geleceğini bilmiyordu, benden konum atmamı istedi. "Tamam, hemen
gönderiyorum!" diyerek konum attım, nasıl geleceğini de
yazdım.
İki saat
kadar sonra kapı çalınınca açtım. Öğrenci deyince
sırtında çanta, elinde defter kalem, T cetveli vs. olan birini
bekliyordum oysa karşımdaki uzun boylu ve zayıf, manken gibi bir
kızdı. Üstünde kısa dar paçalı mavi bir kot pantolonla
lastikli straplez bluz vardı. Göbeği, göğsü ve omuzları
çıplaktı. Sivri yüksek topuklu mavi ayakkabılar giymişti.
Bu manzara
karşısında önce yanlış geldiğini düşünüp,
"Pardon, kime bakmıştınız?" diye sordum. "Ben Baran Bey'e
bakmıştım, telefonda görüşmüştüm..." deyince bende
jeton düştü. "Baran benim, benimle görüştünüz, buyurun, içeri geçin!"
dedim. Cilalı parke üzerinde ayakkabılarının küt küt
sesleri eşliğinde içeri geçti. Daracık pantolonu
bacaklarını, kalçalarını ve götünü sıkıca
sarmıştı. Yüksek belli pantolonunda kemer yoktu.
Kasıkları ve götünün yuvarlak hatları tamamen belli oluyordu.
İnce beyaz belinin kavisinden, ihtişamlı götünden gözlerimi
alamadım bir süre.
"Nazmi Bey bana
öğrenci olduğunuzu söylemişti..." dediğimde araya girip,
"Sizin öğrenci profilinize pek uymuyorum galiba?" dedi gülümseyerek.
"Estağfurullah, ben biraz eskide kaldım anlaşılan,
buyurun!" diyerek toplantı masasına geçmesini istedim. Elindeki
parlak siyah çantasını masaya koyup oturdu sandalyeye.
Karşısına geçip bir şey içip içmeyeceğini sordum.
"Teşekkür ederim!" diyerek nazikçe istemediğini söyleyince ona
kendimden, neler yaptığımızdan, nasıl birine
ihtiyacımız olduğundan bahsettim. İlgiyle dinledi.
Kendisini
tanıtmasını istediğimde heyecanlandı. Bunun ilk
iş görüşmesi olduğunu söyledi. "Lütfen rahat olun,
heyecanlanacak bir şey yok!" dedim. Antalyalı olduğunu,
ailesinin orada yaşadığını, burada özel bir
üniversitede yarı burslu okuduğunu söyledi. Son yıllarda mantar
gibi çoğalan uyduruk üniversitelerden biriydi. 19 yaşında ve
ikinci sınıftaydı. Özel bir kız yurdunda kalıyordu.
Para konusunu patronla konuşmuş anlaşmıştı, o
kısma ben karışmadım.
İstekliydi
ama ilk iş deneyimi olacağı için çekiniyordu. "Ben yapamam,
edemem diye korkmayın, çekinmeyin. İlk zamanlar zordur ama sonra gerisi
kendiliğinden gelir. Ben de size yardımcı olurum, elimden geleni
yaparım. Okul sadece teorik bilgi verir, size asıl mühendis
vasfını kazandıracak yer işyeridir!" dedim ikna etmek için.
Sonunda, "Tamam o zaman!" diyerek kabul etti.
Ders
programına göre çalışma saatlerini belirlemesini istedim. "Her
zaman değil ama bazen mesaiye kalmak gerekebiliyor, bazı zamanlar
Cumartesi günleri de çalışmak gerekiyor..." dediğimde, "Çok geç
olmadığı müddetçe benim için sorun olmaz. Saat 23:00'den önce
yurda giriş yapmam gerek yoksa evi arıyorlar!" dedi. "Yok, o kadar
geçe kalmayız, öyle durumlarda ben bırakırım sizi!"
dediğimde sevindi.
Tuğçe gidince
içimden (Vay amına koyayım, bu ne böyle, karım bunu görse
başımın etini yer!)" dedim. Gerçekten Tuğçe çok güzel ve
çekici bir kızdı. Siyah saçları sırtına iniyordu,
beyaz tenli, büyük kahverengi gözlü, biçimli kara kaşlıydı.
Burada üç kuruş paraya çalışacağına mankenlik yapsa
çok daha fazlasını kazanırdı. Benim zamanımda koskoca
inşaat mühendisliği bölümünde 5 kız vardı. Onlar da her
tarafı sivilceli, inek tiplerdi. Tuğçe gibi bir kızı
rüyamızda göremezdik.
Patron arayıp
kızın gelip gelmediğini sordu. "Geldi, yarın
başlayacak!" dedim. "Nasıl beğendin mi kızı,
işine yarar mı?" diye sorunca, "İdare edeceğiz artık!"
dedim. Oysa çok beğenmiştim.
Ertesi gün
öğleden sonra kapı çaldı, Tuğçe'ydi gelen. Bu kez kısa
dar paçalı siyah bir kot vardı üzerinde. Dünkü mavi kotu gibi
kalçalarını, kasıklarını ve götünü
sıkmıştı. Üstüne ise yine göbeğini açıkta
bırakan ince bir kazak giymişti. Dışarıdaki serin
havaya rağmen bu şekilde geziyordu. Kalın yüksek topuklu siyah
botlar vardı ayağında.
Çalışacağı
masa içerde, giriş kapısının
karşısındaydı. Laptopu henüz gelmediği için, "Bir
sandalye çekip yanıma oturun!" dedim odamı göstererek. En
azından ben çizim yaparken bana bakıp bir şeyler
öğrenebilir, not tutabilirdi. Öncesinde küçük ofisi gezdirdim, mutfak ve
banyoyu gösterdim. Ofiste benim odamdan başka patronun geldiği
zamanlarda kaldığı odası vardı ama kapısı
hep kapalı oluyordu.
Çalışma
sandalyesini yanıma çekip oturdu, bacak bacak üstüne atarak
ajandasına notlar almaya başladı. Yoğun parfüm kokusu
odayı doldurmuştu. Zaman zaman ekrana doğru eğiliyordu daha
yakın görebilmek için. Öyle anlarda aramızda bir
karışlık mesafe anca oluyordu. Yaşından daha büyük
gösteren şişkin memeleri ince kazağının altında
çıkıntı yapmıştı. O an kalın pembe
dudaklarına yapışmamak için kendimi zor tuttum.
Kız tam bir
afetti. Evli, iki çocuk babası biriydim. Abazan bir erkek de
değildim. Karımla güzel ve düzenli bir sikiş hayatım
vardı ancak kızın güzelliği, 19 yaşının
tazeliği ve canlılığı aklımı
başımdan almıştı. Yarağım sertleşiyordu
ister istemez.
Çalışırken
birbirimize 'Hanım' ve 'Bey' diye hitap ediyorduk. İsmiyle ilk günden
hitap ederek laubali görünmek istemiyordum ona. Ancak bu duvarı Tuğçe
kırdı ve "Bana Tuğçe demeniz yeterli, Hanım demenize gerek
yok!" dedi gülümseyerek. Aramızdaki konum ve yaş farkını
gözeterek böyle söylemişti. "Tamam, nasıl istersen!" dedim sevinçle.
Tuğçe ikinci
sınıftaydı ancak çizim konusunda çok yetersizdi. Pek çok
şeyi nasıl yapacağını bilmiyor, komutları
karıştırıyordu. Yetiştirilmesi gerekiyordu ve bu da
benim yükümü azaltmak yerine artıracaktı. İkinci sınıfta
okuyorum deyince artık bazı şeyleri öğrenmiştir diye
düşünmüştüm ama yanılmıştım. Yine de
güzelliği ve çekiciliğiyle bu açığını kapatacak
gibi görünüyordu. Ofiste boş boş duvarlara bakmaktansa böyle bir
güzelliğe bakacaktım en azından.
Bir ara
karşı masadaki malzeme kataloğunu vermesini istedim. Kalkıp
almak için eğildi masaya, o an siyah daracık kotunun altındaki
yuvarlak götü gözlerimin önünde güneş gibi parıldadı. Slip
külotunun izleri belli oluyordu kotun altında. Kataloğu alıp
yanıma oturdu yeniden. Kendisine sorular sorup kataloğa bakarak
yanıt vermesini istedim. Onun yanıtlarına göre bilgileri
giriyordum.
Bazı
şeyleri anlamıyor, karıştırıyordu.
Gerilmişti, acemilik çekiyordu ama bunlar iş hayatının
olağan şeyleriydi. Sesim biraz yüksek çıkmış olacak ki
gözlerinin nemlendiğini fark ettim. "Ne oldu, neyin var?" dediğimde,
"Yapamıyorum!" diyerek kataloğu masaya bıraktı ve
koşar adım mutfağa gitti. Peşinden gittim, sandalyeye
oturmuş ağlıyordu.
Önünde diz çöküp
ellerini dizlerine koydum. "Böyle yaparsan olmaz, güçlü olacaksın, azimli
olacaksın. Yoksa ağlamak kolay, onu herkes yapar, önemli olan
başarabilmek. Ben senin başarabileceğine eminim. İlerde çok
iyi bir mühendis olmak istiyorsan asla pes etme!" gibilerden birkaç beylik laf
ettim moral vermek için. Ancak sözlerim işe yaradı. Beyaz
yanaklarından dökülen ince yaşları elinin tersiyle sildi. "Özür
dilerim!" dedi burnunu çekerek.
Doğrulup
elimi omzuna koydum, "Önemli değil, biraz ara verelim istersen. Kahve içer
misin?" diye sordum. Gülen ama halen yaşlı gözleriyle ayağa
kalkıp, "Lütfen ben yapayım, bu sizin işiniz değil!" dedi. Kahvemi
nasıl istediğimi sordu. "Tamam, nasıl istersen!" diyerek içeriye
geçtim.
Birkaç dakika
sonra elinde bir fincan kahve ile geldi. Ofisimiz sekizinci kattaydı. Yan
yana durup manzaraya bakarak kahvelerimizi içerken onu rahatlatmak için sorular
sordum, başka konulardan bahsettim. Ona, "Mankenlik yapmayı
düşünmedin mi hiç?" diye sordum. Utanır gibi oldu. "Şey,
aslında düşündüm hatta annem ajansa da yazdırdı beni
Antalya'da ama babaannem istemedi. Çok kızdı anneme!" dedi
gülümseyerek.
"Güzel
kızsın, buradan alacağından daha fazlasını
mankenlik yaparak kazanabilirsin!" dediğimde utangaç hali daha da
arttı. "Teşekkür ederim!" dedi kibarca. "Yanlış anlama
lütfen!" dedim, onu utandırdığımı o zaman
anladım. Kadın erkek ilişkileri konusunda biraz
zayıftım. Yıllardır inşaat sektöründe erkeklerle iç
içeydim. Karımla bile annemin sayesinde
tanışmıştım, uzaktan akrabamız geliyordu.
"Rica ederim, ne
demek. Bunu ilk diyen siz değilsiniz!" dedi. Sonra konuyu
değiştirmek için evliliğim ve çocuklarımla ilgili sorular
sordu. Masamın üzerinde karım ve çocuklarımın
fotoğrafları vardı. "Eşiniz çok güzelmiş!" dedi
sonrasında. Utangaç kaçamak bakışları vardı bunu
söylerken. Biraz durup, "Sevgilin var mı?" diye sordum. Yüzü
kızardı biraz, "Yok, vardı ama ayrıldık, şu an
boşum!" dedi gülerek. Sonra da patavatsızlık ettiğini
düşünerek "Şey, pardon!" dedi. "Önemli değil." dedim.
Kahveden sonra eğer isterse
gidebileceğini, bugünlük kendisine izin verdiğimi söyledim. Önce
kabul etmedi ama sonra, "Tamam ama bir daha böyle olmayacak, söz veriyorum!"
dedi. Ayrılırken elimi sıkıp birden yanaklarımı
öptü. Beni müdürü değil de ağabeyi gibi gördüğünü söyledi.
Tuğçe
gitmiş ama parfümünün kokusu içerde kalmıştı. Akşam
paydos edene kadar ciğerlerim onun kokusuyla doldu. Tuğçe beni
ağabeyi gibi görüyordu ama ben onu başka türlü görüyordum.
Dudaklarına yapışmak, daracık kotunun altındaki
yuvarlak götünü avuçlayıp sıkmak istiyordum. Düşündükçe
yarağım kalkıyor, sertleşiyordu.
Ertesi gün saat
13:00 gibi geldi. Tuğçe her gün başka bir kıyafetle geliyordu.
Bugün de üzerinde daracık siyah bir taytla kırmızı triko
bluz vardı. Yine yuvarlak göbeği açıktaydı. Üstüne de bel
hizasında parlak deri bir mont giymişti. Dünkü siyah botları
ayağındaydı, taytın paçalarını içine
sokmuştu. Kasıklarını ve götünü sıkan taytın
altına külot giymemişti sanki. Götünün yanakları adım
attıkça sallanıp duruyordu. Elinde bir torba vardı. Pasta
aldığını söyledi. Dünkü yaşananlardan sonra bana
teşekkür etmek istemişti.
Ben masama
geçerken o da mutfağa gitti. Biraz sonra pasta ve çayla geldi. Montunu
çıkarıp sandalyenin arkasına astı. Yanıma oturdu.
Bacak bacak üstüne atmış pastasını yiyordu. Parlak pembe
dudaklarının hareketleri iç gıcıklayıcıydı.
Triko bluzun altındaki şişkin memeleri hemen ötemdeydi. Bir
taraftan pastamızı yiyor bir taraftan sohbet ediyorduk ama aklım
başımdan gidiyordu. Tuğçe gibi hayat, tazelik ve enerji dolu bir
güzellik yanımdayken kendimi kontrol etmekte zorlanıyordum.
Boş
tabağımı alırken parmaklarımız kesişti. Daha
doğrusu eline bilerek dokundum. Kahverengi gözleri üzerimde kaldı
yarım saniye kadar. O an yavaşça onu öpmek için hamle yaptım
dudaklarına doğru ancak kendini geri çekti. "Şey, şunu
götüreyim..." dedi. Çok utandığını fark ettim. Tabağımla
birlikte içeri giderken (Hay salak kafam!)" dedim kendi kendime. İlk anda
hamle yaparak kendimi küçük düşürmüştüm kıza karşı.
Aramızda 21
yaş fark vardı, nerdeyse babası yaşındaydım ama
etkilenmiştim Tuğçe'den. Buna engel olamıyordum. Başta
Rusya ve Azerbaycan olmak üzere yabancı ülkelerde ve Türkiye'nin pek çok
şehrinde bulunmuştum işim gereği. Oralarda başka
başka kadınlarla sikişmiştim. Ama şimdiki gibi bir
şey hiç olmamıştı. Para karşılığı
ilişkilerdi onlar çünkü.
Tuğçe biraz
sonra geldi. Yüzünde şaşkın ve kararsız bir ifade
vardı. Yanıma otururken, "Özür dilerim!" dedim ama yüzüne bakmadan
söyledim bunu. "Rica ederim!" dedi alçak sesle. "Kızdın mı?"
diye sordum bu kez. "Yok, neden kızayım?" dediğinde nihayet
gözlerine bakabildim.
Tuğçe , "Şey,
benden sizden hoşlandım ama biraz zamana ihtiyacım var!"
dediğinde bulutların üzerinde uçuyordum sanki. Tuğçe de benden
hoşlandığını söylüyordu çünkü. Evli ve iki çocuk
babasıydım ama buna rağmen benden hoşlanıyordu. Zamana
ihtiyacım var diyerek kendince naz mı yapıyordu yoksa kendini
ağırdan satmaya mı çalışıyordu bilmiyorum ama
benden hoşlandığını söylemesi beni mutlu etmek için
yetmişti.
Bu sözünden sonra
bilgisayarın ekranına döndüm ama heyecandan ne
yapacağımı bilmiyordum. Tuğçe ise eline
ajandasını almış söyleyeceklerimi dinlemeye
hazırlanmıştı. Birkaç sefer nereden başlasam diye
düşündüm ama yapamadım. Onu öpmeden yapamayacaktım. "En
azından öpmeme izin verir misin?" diye sordum tüm cesaretimle. Sağ
eliyle saçını kulağının arkasına attı, o da
en az benim kadar heyecanlıydı. "Tamam!" dedi dudaklarını
emerek, fısıltıyla söylemişti bunu.
Elinde ajandasını
tutmaya devam ederken eğilip dudaklarına dokundum. Gözlerini
kapatmıştı. Dolgun alt dudağını emerken o
şekilde kalamayacaktım. Geri çekildim, saçını
okşadım ve elindeki ajandasını alıp masanın
üstüne koydum. Belinden tutup kaldırdım ve kucağıma oturttum.
Uzun zayıf bacaklarını, kalçalarını ve narin götünü
hissederken dudaklarımız kenetlendi. Ellerim sırtında
geziniyordu.
Tuğçe
öpüşme konusunda yaşından beklenmeyecek şekilde
deneyimliydi. Elimi triko bluzun altına sokup çıplak
sırtını, belini okşadım. Tuğçe saniyeler
ilerlerken daha da ateşli bir hal almıştı. Yüzümü iki
elinin arasına almış ve iniltiler eşliğinde
dudaklarımı emmeye başlamıştı. Yuvarlak götünü
okşamaya başladım bunun üzerine.
Taytının
altına soktum elimi. Külot giymemiş gibi görünmesinin nedenini
anladım o zaman, tanga giymişti çünkü. Tanganın serbest
bıraktığı götünün yuvarlak beyaz yanaklarını
sıkıyor, okşuyordum. Götündeki ellerim sayesinde Tuğçe'nin
ateşi daha da yükseliyor, dudaklarımı ısırıp
kanatırcasına emiyordu. Ben de ıslak pembe dilini emiyordum
karşılık olarak.
Sekizinci
kattaydık ve çevredeki binalara göre yüksek kaldığımız
için manzara olarak İstanbul'un mavi gökyüzü vardı sadece.
Karşıdan görüneceğiz diye bir derdimiz yoktu. Yarağım
kalkmış, sertleşmişti çoktan. Bu şekilde oturarak
rahat edemiyordum. Tuğçe kucağımda olduğu halde
kalktım ayağa. Bacaklarını belime doladı,
kollarını da sırtıma attı. Dudaklarımı
emmeye, öpmeye devam ediyordu. Götünü avuçlamaya devam ediyordum yine. Bir
saniye olsun bırakmaya niyetim yoktu.
Sırtını
duvara yasladım. Kalkık yarağım pantolonun altında
şişmişti. Daha fazla giyinik kalamayacaktım. İndirdim
Tuğçe'yi yere ve pantolonumun kemerini çözdüm, baksırımı
indirdim. Kalkık yarağım göründüğünde Tuğçe'nin
bakışları oraya kaydı. Sessiz ama ne yapacağını
bilir bir şekilde önümde dizlerinin üzerine çöktü. Sağ eliyle
yarağımı kavrarken gözleri üzerimdeydi. Siyah
saçlarını okşayıp sırtına attım.
Yarağımı
31 çektirir gibi sıvazladı bir süre, daha da kalkıp büyümesini
istiyordu sanki. Sonra da ağzına aldı. Yarağımın
kafasını emiyor, dilliyordu. 19 yaşında bir kız için
çok iyiydi, kim bilir nerden öğrenmişti bunu? Harika bir sakso
çekiyordu Tuğçe. Kafasını emiyor, gövdesini yalıyor, taşaklarımı
yumurta gibi içine çekiyordu. Küçük, uzun parmaklı beyaz elleriyle götümü
avuçlayıp belimi kavrıyordu.
Derken yalama,
emme faslını başını ileri geri oynatarak
yarağımı boydan boya ağzına alma faslı izledi.
Zevkten kudurmuş haldeydim. Tuğçe'nin başı ileri geri gidip
geldikçe yarağım da ağzından boğazına dek gidip
geliyordu. Aralarda boğazının en derinlerine sokup birkaç saniye
o şekilde kalıyor, sonra da yeniden hızlı hızlı
başını oynatmaya başlıyordu. Pørnø oyuncularından
geri kalmıyordu bu hareketleriyle. Ağzı tükürükle dolmuştu,
çenesine akıyordu.
Boşalmamak
için kendimi zor tutuyordum. Başını iki yanından tuttum,
hızlı saksosuna destek olmaya çalışıyordum.
Başını sağa sola oynatıyordu yarağım tamamen
ağzındayken. Gözlerinin kenarından ince yaşlar süzülüyor
gibiydi. Yaptığı koyu makyajı akıyordu. Gittikçe
kalınlaşan ve büyüyen yarağım küçük ağzını
doldurmuştu. Zevkten inlemeye başlamıştım artık.
Karımın
12 yıllık evliliğimizde böylesi bir şeyi
yaptığını hatırlamıyordum. Kapalı, dini
bütün bir kadındı ama yatakta beni nasıl mutlu edeceğini
biliyordu. Ancak 19 yaşındaki Tuğçe'den öğrenmesi gereken
dersler vardı.
Artık son
raddeye gelmiştim, kendimi tutmaya çalışsam da gücüm, takatim
kalmamıştı. Birden yarağım Tuğçe'nin
boğazına kadar ağzındayken boşalmaya
başladım. Kendini geri çekmeye çalışır gibi olunca
başını iki yanından sıkıca tuttum. Gözleri
üzerimdeydi, bense zevkten inler halde kaskatı kesilmiştim. Döllerim
ağzına akıyordu oluk oluk. Gözlerinin kenarından akan
yaşlar çoğaldı. Başını kurtarmaya
çalışıyor ama güçlü ellerime gücü yetmiyordu. Beyaz yüzü
kızarmıştı, burnundan akan sümüğü baloncuk yapıp
şişmişti.
Sonunda
boşalmam biterken kendimi geri çekip çıkardım
yarağımı. O an şiddetli bir şekilde öğürüp
öksürdü. Eliyle ağzını kapattı ve ardından
hızlı adımlarla banyoya gitti. İçerde kusar gibi
öğürüyordu. Gelmesi birkaç dakikayı buldu. O banyodayken
yarağımdaki kalan dölleri kağıt mendille silmiş ve
giyinmiştim.
Yüzü
kızarıktı halen ama bir şey demedi. Masanın üstündeki
ajandasını aldı hızlıca, çantasını da
alıp montunu giyinmeden hızlı adımlarla kapıya
yöneldi. "Tuğçe dur!" dedim ama nafile. Elimden bir güvercin gibi
kaçıp gitti...
[Baran]
|